Gözlerin Gizemli Dünyası
Gözler, insanı derinden etkileyen gizemli birer su kuyusudur. Her bir bakış, ruhu içine çeker ve o anın anlamını derinlemesine hissettirir. Bu duygularla dolu bir hikayeye başlarken, yaşamlarını yitiren masum çocukların gözlerini zihnimde canlandırdım. Uğur Kaymaz, Ceylan, ve Enes Ata’nın çaresiz bakışlarını…
Onların gözlerinin derinliklerine bakmalı ve onların acılarını içimize sindirmeliyiz çünkü sayısı bir hayli fazla. Bu masum ve önemli gözler, artık kan kırmızısıyla bulanmış durumda. Bu olayların ardından, kötü niyetli bakışlara dikkatlice göz attım; yalnızca öfkeyle ve kinle doluydular. Bu kanlı ve acı dolu gözler, her geçen gün bizi daha fazla içine çekiyor ve yaralarımızı daha derin bir hale getiriyor. Adım adım karanlık bir yola sürükleniyoruz, bile isteye ya da istemeyerek. Başta halkımız olmak üzere, ülkemize karşı oynanan yeni oyun, eski senaryolarla tekrar sahneleniyor. Ancak unutulmamalı ki, zeki ve onurlu bireylerimiz, bu gizli planları bir gün açığa çıkaracaklar.
İçimizde yanan direniş ateşi, artık sokaklardan çıkıp mahallelerimize ve evlerimize kadar yayıldı. Çalkantılı çağrılar ve bildirilerle zihinlerimizi karıştırmaya çalıştılar. Sivil hareketler bastırılmaya çalışıldığında, bu çabanın ne kadar da boş olduğu apaçık ortaya çıktı. İktidar, devlet ya da muhalif güç, her biri kendi doğruları doğrultusunda hareket etmek istedi. Ama vicdanlarına karşı dürüst olmayanlar, nihayetinde sadece kısa süreli başarılar elde ettiler. Vicdanımız, sivil siyasetin değişiminde kendi sesini duyurdu, ama söylenenler zaten aleni değil miydi? Belki bugün manzara pek iç açıcı değil, belki de acı dolu ama, gerçek ve umut hep var.
Nietzsche bir eserinde “iyi ile kötü üzerine” der ki: Eğer bir süre bir uçurumu izlersen, uçurum da seni izler. Öldürülen çocuklarımızın gözlerine bakarak, bu olayın ne denli karmaşık ve çarpık olduğunu anlayabilirsiniz. Sonuç olarak, bu masum yavruların gözleriyle sabahın ışığı bir araya gelsin.
Rüzgarlar esiyor, fırtınalar kopardı dışarıda. Kara bulutlar, kendi hükümranlıklarını şehre kabul ettirmiş durumda. Bu atmosfer, her şeyin karanlığa, umutsuzluğa ve felakete sürüklendiğini gösteriyor. Dünya edebiyatında, insanlık tarihinin karanlık uçurumlarıyla kesildiği sık sık dile getirilir. Bu karanlık uçurumlar, hem Batı’da hem Doğu’da benzerlik gösterse de, kültürler arasında farklılık gösterir. Kültürler, toplumları ve halkları birbirinden ayırır.
Batı edebiyatı, modernizmin etkisi altında bireyin yok oluşunu ele alırken, Doğu daha çok kader ve evrensel sorgulamaya odaklanır. Batı’nın karamsarlığı, modernizm ve varoluş kavramları üzerine inşa edilmiştir. Kafka, eserlerinde bireyin yok oluşunu anlatır. “Dönüşüm” eserindeki Samsa, kimliğini fiziksel bir dönüşümle sembolize eder. Kendi kimliğini sorgulayan bir birey, kaçınılmaz olarak toplumundan uzaklaşır.
Rusya’nın nihilizmi ile Batı’nın nihilizmi birbirinden oldukça farklıdır. Doğu’nun karamsarlığı, öncelikle kaderle şekillenir ve bireyin iradesinden çok dış etkenlere bağlıdır. Doğu’nun bu yaklaşımı, yaşamın hem acısıyla hem de tatlısıyla iç içe olduğunu işaret eder. Yaşam genellikle zorluklarla doludur, ancak çözüm, bireyin iç dünyasında yatar. Eve dönüş ve doğanın sükûnetiyle uyum arayışı bu yaklaşımın temelidir.
Her iki kültür de karamsarlıkla farklı şekillerde başa çıkmıştır. Batı, bireyin yalnızlığını ve varoluşunu keskin bir şekilde işlerken, Doğu daha dingin ve evrensel bir kabul arayışındadır. Bu yolculuk bazen zorluklarla dolu olsa da, sürekli devam edildiğinde ışığı da beraberinde getirir. Bu, insanlığın özüne işaret eder.
Zaman akıp gider ve dönüşümler kendini açığa vurur. Tüm bunlar, dayatılan ve teslimiyeti esas alan ilişkileri ortaya çıkarır. Sonuç olarak, bu düzen, insanlık, barış, eşitlik ve adaletin yolunu engellemeye çalışır. Bu değerlerin gücünün farkında olmalarından dolayı kendi çürümüşlüklerini de görmekteler.